29 Eylül 2020 Salı

 

BİR TEREDDÜDÜN ROMANI'NDAN NOTLARIM




Bunu ilk keşfeden ben değilim, dedim, asırlardan beri, kendilerinden çok uzak, yani çok basit kadınlarla evlenen tarihî insanlar da vardır. Bu ihtiras adamları, evlendikleri basit bir köylü kızının boş ve saf gözlerinde, kendilerini yakan büyük ve kuvvetli sansasyonların alevini söndürürlermiş, filân. Belki her tecrübede aynı kıymeti muhafaza etmeyen bu fikir, bana mülâyim geliyor. Fakat bunda da, evlenmenin korkularıyla beraber zevklerini azaltmak var. Bütün yollar Roma’ya çıkar. İzdivaçta da ideal bir terkip yoktur. Her türlüsünde de faydalarını ve mahzurlarını görecek kadar realist olalım.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 28


Doğrusunu söylemek lâzım gelirse ben “kapalı” denilen ruhların muammadan elbiseler içinde büyük ve derin görünmelerine itimat etmem ve bu tuvaletin muammasından alelâde ruhların da basit bir maharetle istifade ettiklerini bilirim. Onun için, bazen, bizde bu şüpheyi uyandırmayan açık kalplere karşı meylim artar fakat onların da ihtiyacımızdan fazla hararetimizi söndüren bol alkışlarından ve taşkınlıklarından bıkınca, kanunlarını iyice bilmediğimiz bir değişme ile zaman zaman kapanıp açılan ve bize bir fırsat gibi yaklaşıp uzaklaşan ruhlarını ararım.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 32


Bazıları hayatlarının bir roman haline getirilmesini isterler; kendilerine fevkalâde görünen sergüzeştlerinin fazla beşerî olmaktan gelen adiliğini hissetmezler.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 35


Eğer insanları evlenmekte tereddüde sevk eden şey bedbaht olmak korkusu ise bende böyle şey yoktu; çünkü hiç bir hareketimin gayesinden tam bir saadet beklemiyordum. Hayattan aldığımız her zevki ona muadil bir ıstırapla ödediğimizi bildiğim için, hiç bir şeyden yüzde yüz saadet ümit etmiyor ve yüzde yüz felâketten korkmuyordum. Bunun ikisi de imkânsızdır. Çünkü ruhî varlığımız hazla kederin muvazenesine istinat eder, işte en büyük adalet ve müsavat! İnsan, çektiği ıstırap nispetinde zevk duyar: Ne kadar acıkırsa yemekten, ne kadar yorulursa dinlenmekten, ne kadar ararsa bulmaktan o derece zevk alır. İhtiyaç ve ıstırapla muvaffakiyet ve saadet arasındaki bu riyazî tenasüp, bütün insanlar arasında tam ve ezelî bir müsavat temin etmiştir. Eğer bir adamın hayatında duyduğu haz ve keder yekûnları hesap edilecek olursa görülecektir ki hiç kimse kimseden daha fazla ne mesut ne de bedbahttır. Hepimiz kahkahalarımızı gözyaşlarımızla ödüyoruz ve bu hususta bir dilenci bir milyarderden farksızdır. Çok gülenin çok ağladığını söyleyen atalar sözü de bize heyecanlarımız arasındaki muvazeneden doğan bu büyük müsavatı bildiriyor. Bunun için muvakkat hazlar ve kederler istisna edilirse insanlar arasında devamlı bir saadet ve felâketten bahsedilmesini bile fazla bulanlardanım. Kararlarım üzerinde mesut olmak ümidi ve bedbaht olmak korkusu tesirini kaybetmişti. Bütün amellerimizin neticeleri arasında ıstırap ve zevk itibariyle ahenk bulunduğuna bir kere daha kaani olduktan sonra,...

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 43


Korkuyorum ki son zamanlarda yalnız kalmamak ihtiyacıyla bu anî kararı verdiniz. Çünkü büyük bir felâketin sizi yalnız bıraktığını söylediler bana. - Bu kararımda hayatımın en büyük hâdisesinin elbette bir tesiri vardır; ben de herkes kadar yalnızlıktan ürkerim, fakat evlenmek insanı bundan kurtarıyor mu? Bazen kalabalıkların ortasında, tek başına kaldığımız vakitlerdekinden fazla yalnız değil miyiz? Öyle zamanlarda kendimizle bile baş başa kalamıyoruz ve bunu yapabilmek için dağ başları arıyoruz. Kitaplarımdan birinde yalnız kalmamak için evlendiğimizi, fakat evlendikten sonra daha ziyade yalnız kaldığımızı yazmıştım. Vakıa bu her zaman böyle değildir, ben cemiyetten aldığımız şeyi inkâr etmiyorum; fakat yalnız kalmak korkusu kadar zevki de bir hakikattir ve zaman zaman ikisinin de üzerimde aynı derecede büyük birer âmil olduklarını bilirim. Tek cepheli edebiyatlara aldanmak istemiyorum.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 46



... zekâmızın bize her zaman dost olmadığı ve tereddütlerimizin saçlarımızı ağartacağını söylemedim;...

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 49


“Evleniyorum, ayol, evleniyorum” diye tekrarladım. Bana beni gizleyen yırtılmaz bir sessizlik ve nüfuz edilmez bir karanlık içinde, içim: “Olabilir” der gibiydi. Evet, hiç bir insanın asla malik olmayacağı tam realist bir telâkki karşısında evlenmek de yaşamak ve ölmek gibi sade, alelâde bir hâdiseden ibaretti: Hiç bir mübalâğaya kapılmadan, en küçük unsurları arasındaki nispetleri tam bir ölçü ile tayin edebildiğimiz hangi karışık mesele vardır ki aslında basit olmasın? Fakat ben müfekkiremin şe’niyetlere karşı bu hürriyetini kazanacak kadar fevkalbeşer bir realizme yükselmiş olabilir miydim? Ben ki alelâde bir tesirle, bir güzel bakış veya söz, bir küçük ima veya işaret karşısında çıldıracak gibi heyecanlar duyarım; hayatımda en hafif bir değişiklik yapan gayet basit hâdiseler beni çığırımdan çıkarabilir, kendimden geçirebilir, nasıl oluyor da şimdi bu sükûnet içinde bulunuyorum? Bu bir fırtınaya hazırlanış mı? Yoksa bu işin neticesini benden evvel sezen içim, ümitlerimin genişleme sahalarını kapamak gayretiyle beni şimdiden tıkıyor ve sert hakikatlere mi hazırlıyor?

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 51


“O vakit bana öyle gelir ki yeryüzünde yapayalnızım, meçhul şeyler, belirsiz tehlikelerle çevrili, müthiş surette yalnız.”

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 56



Sen daima o içi dolu adamsın. Daima büyük bir alevle sarıldığını hissettiğin başın ancak toprağın altında soğuyacak ve ancak toprağın altında sen, bu en tatlı ve en korkunç mest edici ve haşlayıcı hararetten ayrılacaksın.”

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 56



Kendini yakan böyle bir tabiat, Muallâ’yı da ateşten bir çember içine alacak, ona belki de genç kızlığında teneffüs ettiği bol ve serbest havayı aratacak. Evet, fakat.. kim bilir? Onun dediği gibi, insan tereddüt ederse belki serçe parmağını bile kımıldamaz. Fakat evlenmek bu... Lâkin onda da ne cesaret! Ne cesaret beyefendi hazretlerinde! Üşenmeden çabucak komik dünyanın eşiğinde birdenbire duraklıyor ve daha fazla içeri giremiyor. Kapıda ona ciddiyet tavsiye eden şeyler var: Seneler, seneler, beklemekle geçen seneler... Maamafih, omuzlarını silkerek hafifçe gülümsüyor: “Ne cesaret!” diye düşünüyor.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 57



“İyi mi? Fena mı? Bilmiyoruz. İyi olmadık ki fena olup olmadığımızı bilelim. Demek fena da değiliz. Fena olmamak iyidir, öyle ise iyi gibiyiz. İyi veya fena, biz hürüz.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 88


Hayatımda tanıdığım kadınlardan çoğunun böyle isterik olmaları bir tesadüf mü idi? Kitaplarımda da kadın kahramanlarımın hemen hepsi bu nevidendirler. Belki de şahsiyetimle öteki insanların mizacı arasındaki gizli tecazüb, beni aynı seciyevî vasıfları haiz beşerî daireler içinde bulunduruyor. Onları tanıyorum ve onlarla anlaşıyorum.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 104


Hepimiz, Erzilya gibi, güzelleşmek için yalan elbiseleri arıyoruz ve çıplak hakikati örtmeğe, gizlemeğe çalışıyoruz; hatta kefen bile çıplak cesedimizin çirkinliğini gizlemek için beyaz bir yalandır, değil mi? Sonra, derler ki, cins kediler bu çirkinliği gizlemek için tenha yerlerde ölmeğe giderlermiş. Bazı hayvanların estetiği de bizimkinin aynı.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 110


İstikbale hükmetmeğe kalkmayalım. Yarın mademki doğmamıştır, yoktur. Hiç üzerinde bütün tahminlerimizin kıymeti de hiçtir.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 114



Ne ahmaktır bu kadınlar! İsterler ki erkek onlara gitsin, onları bulsun, onlara şekil versin. Hep o sıcak balmumudurlar. Hep erkeğin başparmağı altında bin şekle girerler. İrade ilk teşebbüs edende değil midir? İlk isteyen galiptir. Seni ben yarattım. Bakalım senin sesin benim içimdeki ses mi?

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 126




Sen hayatında her şey yapmış bir kadınsın. Fakat hiç birine alışamamışsın, hiç birinde ihtisas kazanamamışsın: Evlendin, fakat tam mânasıyla zevce olmadın; sevdin, fakat yekpare bir aşkın olmadı, birçok hâdiseler en büyük ihtirasın billûrunu kırdı; seyahat ettin, fakat sende bir seyyah melekesi teşekkül etmedi; birçok hafiflikler yaptın, barlarda, balolarda, tiyatroların kulis aralarında yaşadın, fakat bir kokot pişkinliği elde edemedin; tercemeler yaptın, fakat bir satır yazı neşretmedin; çocuklara bayılıyorsun, fakat ana olmadın; her emelin, her gayenin büyüklüğünü ve güzelliğini anlıyorsun, fakat hiç bir emelin ve gayen yok; bir çocuk saflığıyla en basit yalanlara inanabilirsin, fakat hiç bir şeye iman etmiyorsun. 

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 127



Ben yalnızlığın cemiyete rağmen, kalabalığa rağmen içimizi kaplayan ruhî bir halet olduğunu bilirim. Evlenmek insanı yalnızlıktan kurtarmaz, belki daha müthiş bir yalnızlığa atar. Bu iki kişinin bir arada ve ayrı ayrı yalnız kalması demektir ki cemiyetten gelecek imdadın da kıymetini sıfıra indirdiği için en ümitsiz yalnızlıktır.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 166


Hakikatte sen de tereddüt ediyorsun; Roma ile İstanbul arasında, hile ile samimiyet arasında, ölümle hayat arasında tereddüt ediyorsun. Sonra ben ve benim olduğum zümre de tereddüt içindeyiz. Elimizdeki bu kadehler ve gecelerimizi dolduran bu çılgınlıklar nedir? Bütün sanatkâr dediğimiz sınıf ve münevver dediklerimiz hep tereddüt geçiriyorlar: İnanmakla inkâr arasında tereddüt; ferdî ve içtimaî temayüller arasında tereddüt; “moi”nın kendi üstüne doğru saldırışından başka bir şey olmayan kendi kendini tahrip aşkıyla, yaratıcı hırslar ve sevdalar arasında tereddüt. Bütün Avrupa ayni tereddüt içinde: Almanya, Fransa ve İngiltere sağla sol arasında gidip geliyorlar. Millî ve beynelmilel cereyanlar, dinî lâzühdî cereyanlar, katolik izdivaç ve serbest aşk cereyanları, ahlâkî ve gayri ahlâkî cereyanlar bütün beşerî iradeyi ikiye bölüyor ve tereddüde düşürüyor. Onun için izdivaçlar azalıyor ve gençler tereddüde düşüyorlar, izdivaç, en azından bir tek şeye inanmaktır. Bu çılgın, bu kudurmuş tereddüt ve şüphe devrinde sarsıntıyı en çok hisseden müessese izdivaçtır. Fakat şüpheye ve tereddüde lânet savurmadan evvel hakkını verelim. Zekânın en sivri noktası şüphe ve tereddüttür. Bütün Rönesans bir şüpheden doğdu. Bütün yeni felsefe zaferini Descartes’ın şüphesine borçludur. Fakat mücerret sahada zekânın evcini işaret eden bu şüphe ve tereddüt, amelî sahada ölümden başka bir şey değildir. O noktaya kadar çıktıktan sonra, insanın hayat ve müşahhas dünya içindeki azamî kıymetine varabilmek için, tereddütten karara geçmesini bilmek lâzımdır. Çünkü bu, ölümle hayat arasındaki huduttur.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 168


Bir insanın her fenalığa muktedir olabileceği yerde cemiyet iflâs etmiştir.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 170



Asır tereddüt ediyor, dedim. Her insan, hatta senin kapıcın bile devrinin ifadesidir. Onu yirmi dakika söylet, “anlamıyorum, anlamıyorum, zamane başka!” diyecektir. Öteden beri zeki adamlar tereddüt etmişlerdir. Septisizm yeni bir fikir hareketi değildir. Fakat şüphemizi ve tereddüdümüzü ancak zekâmıza mahsus bir hak addedelim ve irademize çelme takmasına izin vermeyelim. Tembelliğin mazereti halinde bir şüphe ve imansızlık en kötü şeydir. Dünyanın azgın faaliyetinde ve gaye ne olursa olsun bu ezelî ve ebedî oluş içinde hepimiz dinamik rollerimizi yapmağa mecburuz. Yeni kadınların çoğu ana olmağı zarafete mugayir bir şey sayıyorlar ve çocuk viyaklamasından nefret ediyorlar. Sen de onlardan değil misin? Fakat bu nihayetsiz bedbinliğin nereden geliyor? Kadının ebediyeti zekâsında değil, rahmindedir. Yeni kadın, yaratıcılığın merkezini şaşırmıştır. Senin ümitsizliğin buradan geliyor. Pirandelli mütercimi değil, bir çocuk anası olarak ebedîleşebilirsin. Bunlar Eflâtun’un ağzına yaraşan pek eski sözler, değil mi? Fakat “Ziyafet”i bir kere daha oku, onu daima yeni bulacaksın. Emin ol ki sana “evlen, çocuk yap, yuva kur!” diyen bir mahalle imamı, bir kadın nine, bir papaz veya aksakallı bir bunak, zannettiğin kadar haksız değildirler. Mütearifelere karşı isyanımızı bir orjinalite sanıyoruz; bu senin ve sizin kabahatinizden ziyade, tesiri altında kaldığınız Avrupa fikriyatının züppeliğine ait bir şaşkınlıktır. Klâsik memelerden süt emmeyen bütün fani yeni cereyanlar, senin gibi milyonlarca kurban veriyor. Analığa karşı hürmetsizliğimizin cezası, aynı zamanda, hem tabiattan, hem de cemiyetten geldiği için iki misli dehşetli olacaktır. Onun için, ben sana derim ki, saadetin ve idealin ve her şeyin karnındadır. Daima olduğu gibi kâinatı senin karnın idare edecektir. Bilmem ki bana hak veriyor musun?

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 170


Vaaz veriyorsun. Şimdi birbirimize çok uzağız. Anlaşamayacağız. Ne diyeyim? Sen bana müthiş imkânsızlıkları hissetmiş bir muharrir gibi görünürdün. Seni onun için severdim. Bir insan ıstırabının gideceği en son noktada seni de buluyordum. Bir takım kelimelerin, nazariyelerin kalıpları üstüne çıkmış, sözle anlatılması kabil olmayan felâketleri hissetmiş bir adamdın sen. Şimdi nedir bu tabiatlar, cemiyetler, analıklar, idealler, saadetler... Bu söylediğin şeyleri İncil de yazıyor, Kur’an da yazıyor.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 171


Evet, dedi, belki haklısın. Fakat ben hak aramıyorum ki. Ben bir şey aramamanın azabını çekiyorum. Bu azaptan şikâyet ediyorum, fakat onu sevmiyor muyum? Belki aradığım yegâne şey bu azap değil mi?

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 172


Onların içinde de yaratmak için ruh sancısı çekenler müstesna; baba olmayanlar ana olmayanlardan farksızdırlar. En az inkâr edebileceğimiz şey tabiattır. Üst tarafı az çok safsataya müsaittir ve birçok nazariyelere esas teşkil edebilir.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 172


“Ey güzel, diyor o, kederler sana gece baskını yapmadan evvel gül renginde şarap getirilsin. Behey âkil geçinen kara cahil, sen altın değilsin ki toprak içine gömüldükten sonra tekrar topraktan dışarı çıkarılasın!”

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 172


Sevmek öldürmektir. Bunu çok söyledim ben. Böyledir. Hepimiz kaatiliz. - Fakat bilmeyerek, istemeyerek azar azar öldürerek değil mi? - Evet. - Fakat bende bile bile kaatil olma arzusu var..

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 175


Şüphesiz, vicdanımızın vahşi ormanlarına sinen ejderhaları, canavarları tanımalıyız; içimizde gizlenen ve pusu kuran müthiş ihtimallere cesaretle bakmalıyız; bunları şuurumuzun aynasında pervasızca seyrederek hem kendimize hem de başkalarına göstermeliyiz; ben de senin bu itiraflarını ve samimiyetini beğenmiyorum. Şüphesiz, insan, bütün hayvan nevilerinin seciyelerini kendinde toplamış bir mahlûktur, bir behime yekûnudur: Kaplan gibi yırtıcı, tilki gibi kurnaz, geyik gibi ürkek, arslan gibi cesur, köpek gibi sadık ve kedi gibi nankörüz, ilh... Fakat bu vahşet imkânlarını beşerî seciyemizin çelikten kafesleri içinde hapsettiğimiz için insanız ve boğa yılanından farkımız budur. Tırnaklarımızı ya kesiyoruz yahut cilâlı maddelerle parlatıyor ve güzelleştirmeğe çalışıyoruz, yani tırnağımızın çıplaklığını gideriyoruz. Pirandelli bundan bahsetmiyor; hâlbuki manikür, en çirkin tarafımızla mücadelemizdir ve ellerimizde gizlenen vahşî pençeye insanî bir şekil vermek içindir. Sevdiklerimizi öldürüyoruz, çünkü onlar da bizi öldürüyorlar; fakat darbelerimizi insanca vurarak, açtığımız yaraları namütenahi şefkatimizle iyi etmeğe çalışarak ve tekrar yaralayarak, sevdiklerimizi hazla keserek güzel tezadını tattırarak öldürüyor ve ölüyoruz. Yaşamak, yaralamak ve yaralanmaktır; fakat insanca... Bizim tıynetimiz, ruhumuzun hayvan ve Allah’a giden iki yolunun köşesinde mündemiçtir. “Ne melek, ne hayvan!” - “Hem melek, hem hayvan!” Bununla beraber yüzümüz meleğe doğrudur, gayemiz Allah’a doğrudur. Fakat bu bir gaye değil, mânevî teşekkülümüzün kendi kendine aldığı bir veçhedir, bizatihi bir gidiştir.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 176


Daima bir rüya âleminde yaşıyorsun. Arada bir uyanıyorsun. Felâketin oradan geliyor. Yaşadığın içeri dünyada bu hançer, üstündeki ibaresiyle, mefkûresiyle, korkunç gayesiyle güzel bir hayal unsuru. Onu daima yastığının altında saklayacaktın ve kınında sayıklamasına mâni olmayacaktın. Onu niçin hakikat âlemine çıkarıyorsun? Rüyalarımızın fotoğrafileri birer karikatürdür. Fakat onlar kendi mantıkları ve kendi kanunları içinde birer hakikattirler ve ölçülerinin kendilerine nispetleri şe’nî ve tabiîdir.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 180


Bu durmadan dönen çark, bu göz karartıcı hız, bu namütenahi yaratılış, oluş ve gidiş, tereddüdü ve tembelliği affetmiyor; hiç bir şeye inanmayanların da en imanlılar kadar kendi faaliyetine karışmasını istiyor ve iradeye kadar işleyen bir septisizmin, bir şüphe ve tereddüdün cezasını böyle veriyor. Akrabam ve tanıdıklarım içinde, buna benzer bir ruhî sefahatle perişan olan insanları ve aileleri düşündüm. Hepsini bu tereddüt mahvetti. Kimi kozmopolit ve millî duyguların meddücezri arasında, kimi cinsî ve âşıkane meyilleriyle aile ve dostluk vefasının çarpışması içinde ve hepsi, mevcudatla alâkaları kesilerek, enerjilerini kaybederek, bir muvazene unsuru olmaktan çıkarak, tereddüdün çocukları olan fuhuş, alkol, sefalet ve şifasız bir bedbinlik içinde hastalandılar, parasız kaldılar, süründüler, perişan olup gittiler. Hiç biri klâsik ve ezelî ahengi hissetmemişti ve hepsi, asrın geçici anarşisini devrin hakikî işaretlerinden biri sanmıştılar ve nihayet canlarından usanmıştılar.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 185


Teselli kabul etmez bir halde olduğunu anlıyordum. Tutunacak hiç bir şey kalmamıştı. Büyük kederlerin o kuvvetli ve anî sirayetiyle, gayriihtiyarî, kendimi onun yerine koyuyor, ben de teselliye muhtaç bir hale geliyordum. Gözümün önünde bir insan dağılıyor. İçtimaî köklerinden kopunca mevhum ferdî şahsiyetimizin bir anda nasıl kuruyuverdiğini, soluverdiğini görüyorum. Yalnız içtimaî değil, aynı zamanda beşerî, mistik ve ilâhî bağları da çözülen insanın bu perişanlığı bana ibret, merhamet, nefret ve dehşet veriyor. İçimizde sıraya dizilen sayısız benliklerimiz ipi kopmuş bir tespih gibi nasıl dağılıveriyorlar! Kâinatın ahenginde bir muvazene unsuru olmaktan çıktığımız vakit, muhitimizle ve mevcudatın ruhiyle münasebetimizi kaybettiğimiz vakit, bir maddeden ötekine konan ve fasılalarla ısınıp soğuyan vefasız ve serseri muhabbetler içinde sendelediğimiz vakit, birdenbire ayağımız nasıl kayıyor, böyle nasıl yuvarlanıyor ve dinmeyen gözyaşlarıyla nasıl ağlıyoruz!

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 185


Artık onu okşamaktan da vaz geçmiştim. Çünkü onun için biricik teselli, ancak, ümitsizliğin en son derecesine inerek tevekküle düşmekten ve teslimiyetten ibaretti; dışarıdan gelecek zayıf imdatlar, uzak ihtimalleri cazibesiyle korkunç vaziyeti arasındaki farkı dayanılmaz bir ıstırap haline sokacaktı. Nitekim her elimi alnına götürüşümde gözyaşları artıyordu.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 187


“Asrın hastalığı” dedikleri bu ruh buhranı, bu şüphe ve tereddüt, bu yer değiştirme ve kaçma ihtiyacı artık sonuna geliyor. Bunu hissediyoruz. Şu uyuyan kadın ve bütün ona benzeyenler, son kurbanlar. Vakıâ insan ruhunun azabı ebedîdir; fakat bu azap mahiyetini değiştirmek üzeredir. “Ufukta ne görüyorsun?” sualini birbirimize çok soruyoruz. Herkes yarını merak ediyor. Hatta bu dünya ahvaline pek vâkıf olmayan cahillerin gönlünde de aynı üzüntü ve merak var. Ben müthiş bir “tahmin düşmanı”yım. Kehaneti sevmiyorum. Bütün felsefe sistemlerinin iflâsını gördükten sonra büyük bir hakikati de görelim: Devrimiz nazariyenin ve sistemin umumî iflâsını ilân etmiştir. Nihayet anlamağa başlıyoruz ki her sistem, ölü bir kalıptır, statiktir, çünkü mantığımızın mahsulüdür. Sayısız değişmeleriyle, göz karartıcı hızıyla, tamamıyla dinamik olan bir mahiyeti, yani hayatı biz ancak sezişimizle takip ve bilgimizle izah edebiliriz; ona yol gösteremeyiz. İlim bugünü anlar, yarını keşfedemez. Böyle bir iddiası da yoktur. Her sistem, gülünç bir kehanettir. Nazariye kurmaktan geçelim. Yalnız müşahede. Hayatın namütenahi değişmelerine intibaktan bizi meneden kaskatı sistemlerin hepsi yıkılıyor: Marksizmle bugünkü Rusya’daki rejim arasında ne uçurum! “Sermaye” muharriri sağ olsaydı Sovyetlerin can düşmanı kesilirdi. Eski Yunanistan’dan beri, hayatı kafamıza uydurmak sevdasından vazgeçmedik; felsefe tarihinin tezleri ve antitezleri arasındaki gülünç münakaşadan hiç bir hakikate vâsıl olmadığımızı gördüğümüz halde, hiç bir “nedir?” ve “niçin?” sualine cevap verememiş olduğumuz halde yeni sistemler kurmak ve bir sürü kalp fikirlerin peşine takılmaktan kendimizi alamıyoruz. Harpten sonra yıkılmağa başlayan şeylerden biri de nazariyelerin sonuna ilâve edilen “izm” edatıdır. Ancak “izm”siz düşünebildiği gün insan zekâsının hürriyetinden ve genişliğinden bahsedilebilir. Kafamızın zinciri bu “izm”dir: Sistemcilik ve nazariyeciliktir. Ammenin ruhu bunu çoktan duymuştur. Nazariye başka, tatbikat başka derler ve halk emindir ki: “Evdeki pazar, çarşıya uymaz!” Yalnız ahmaklar plân yaparlar. Şoförlerin umumî kaideler haricinde bir plânları olsaydı yüz metre ileri gidemezlerdi: yolun hangi köşesinden, ne zaman, ne şekilde, hangi araba, insan ve hayvan çıkacağını ve ne tarafa gideceğini aslâ bilmeyiz. Bütün hayat böyledir. Tarihteki büyük vakaların hangisi evvelce tahmin edilmiştir? Mademki hiç bir ânın ötekine benzemediğini ve tarihin tekerrür etmediğini öğrendik, yarını tahmin etmeğe niçin cüret ediyoruz ve ilimle fal kitabı arasındaki büyük farkı niçin anlamıyoruz? Kararsız, (instable) bir dünyada olduğumuzu bilelim ve statik fikirlerimizle hayatı kalıplamak gibi sonu gelmeyen maceralardan vazgeçelim.

Bir Tereddüdün Romanı/ Peyami Safa

Ötüken Yayınları Syf 193





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder